800. Yılında
MEVLÂNA ve MESNEVİ
Aşk ve vecd şairi olan Hz. Mevlâna’yı henüz insanlık tam olarak tanımış ve anlamış değildir. Yalnız batı insanı değil, doğu insanı da O’nu tanımakta gecikmiştir. Zira O’nun irtifası beşerin görüş hudutlarını çok aşmıştır. O’nu anlayabilmek için O’nun o manevi irtifaya ihtiyaç vardır. Mevlâna’yı anlamaya çalışan batılılar bile bu çabaları sebebiyle hidayete kavuşuyorlar. Hem de şeklen bir Müslümanlık değil hakiki mertebesine yükseliyorlar.
Basireti açık olanlar, sadece küçük bir hücrenin bile büyük ve eşsiz bir yaratıcının varlığına delil olduğunu müşahede ederler ve irfan sahibi olanlar Mevlâna’nın manevî mertebesini keşfetmekte gecikmezler. Evet nefsî müşahede ve tefekkürüyle temayuğ etmiş bir mutasarrıftır. Ehl-i tasavvuf olanlar O’nun mesnevisi için “Kurân’ın özü” derler. Bu açıdan bakacak olursak Kurân-ı Kerîm bir gül bahçesi, mesnevi ise gül yağıdır. Birkaç damla gül yağında bu gülistan mucizesini görebilecek gözler ancak Mevlâna’yı hakkıyla anlayabilirler.
Kör ve idraksiz madde medeniyeti kâinatın özü olan insanı ve onun ruhunu tahrip etmeye devam etmektedir. Adına medeniyet denilen ve aslında insanı yok etmeye çalışan bu nefsleri, hayvanı şehvet ve ihtiraslar manzumesi tüm beşeriyeti uçurumun kenarına getirmiştir. Bugün artık insanı Yüce Allah’ın halifelik makamına yükseltecek, Kurân-ı Kerîm, Peygamberler ve onların halifesi durumunda bulunan irfan sahibi gerçek mürşitlere ihtiyaç vardır. Hiç şüphe yok ki, asrının ve asrımızın gerçek mürşitlerinden birisi de Mevlâna Hazretleridir.
Dini tecrübeyi bütün derinliğiyle yaşamış bulunan Mevlâna’nın yolu, Allah’a ve ahlâka gider. Şüphesiz tasavvuf, insanları saflaştırır, olgunlaştırır ve kendi maddi benliğinden uzaklaştırıp Yüce Mevlâ ile birleştirir. Bu sözde kolay gibi ifade edilir, fakat gerçekleşmesi kolay değildir. Zirâ kişi öncelikle dünyalık ne varsa hepsini birer birer terkederek tam bir teslimiyet içine girmelidir. Burada ana ocağından ve hatta evlattan geçme vardır. Mevlâna ve onun gibi tasavvuf ehli olanlar maldan mülkten geçtikleri gibi evladü iyâlden de geçerler. Hatta varlık kabusundan, benlik iradesinden kurtularak selamet dergâhına vasıl olurlar. Bu halette kişi benlikten kurtulur ölüm ile hayat bir olur. Yani ölmeden önce ölme hali vasıl olur.
Tasavvufu sanal telakki eden Hz. Mevlâna ve Yunus’u şiirlerindeki ahenkte arayanlar, kabuğu öz zanneden zavallılardır.
O …………… denilen vecd halini bularak dünya heveslerinden ve varlık vehimlerinden arınarak zahiri günümüzdeki kap ve kalıbından sıyrılarak Cenab-ı Hakk’la olma hazzını yaşayandır. İşte bu hazzı yaşayanlar gerçek huzura kavuşan ve “Rediyeten Merdiyye” mertebesine ulaşanlardır.
Gerçekten bu hayır mertebesi yaratanla yaratılanın beraber olduğu hallerdir. Orası mahrem bir mıntıkadır. İki dosttan başkası onu bilip anlamaya muktedir olamaz. Tasavvufu bir cevize benzetirsek dıştaki soyulup atılan ve kabuklar nefsin …………… ve ……….. içteki katı kabuk vecd ve …………….. halleridir. Asıl meyve olan en içteki cevizin kendisidir. Kabukları kırıp atarak bu meyveyi yiyenlere ne mutlu. Hayır denizinin derinliklerinden bizim dünyamıza ilim, irfan ve Allah aşkını sunarak gönlümüzü aydınlatan o güneşin güneşine sonsuz selamlar olsun.
Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİR